22 Eylül 2020

Şeyh Efendinin Politik Sırrı (11) 

MECZUBİNDEN KÂMİL AMCA

Evvel zamandan beri Üsküdar'ın meczubunun çok olduğundan bahsedilir. Sultan  Abdülmecit döneminde Üsküdar'daki meczupların en meşhuru ‘Yoldakalmış Veli Efendi' idi. Yoldakalmış Veli Efendi'nin esrarengiz halleri çoktu. Ama en belirgin hali şuydu: Günün belirli saatlerinde Üsküdar vapur iskelesinde dolaşır, vapurdan inen yolculara yaklaşıp  “Yolda kaldım. Bana bir yardımcı olur musunuz?” diye bir söz sarf ederdi. Muhatapları olan kişiler Yoldakalmış Veli Efendi'ye para yardımı yapmaya kalktığında “Fesuphanallah! Ben yolda kaldım diyorum. İnsanlar bana para veriyorlar. Yolda kalmaktan ne anlıyorlar?” diye söylenip dururdu.

Yoldakalmış Veli Efendi bu yardım talebini Üsküdar Vapur İskelesinde hiç bıkmadan usanmadan kar kış kıyamet demeden tekrarlayıp dururdu. “Ben Yolda kaldım diyorum. İnsanlar bana para vermeye kalkıyorlar. Yolda kalmaktan ne anlıyorlar?” sözü Üsküdarlıların o günlerde yediden yetmiş yediye sohbet meclislerinde en çok konuştuğu konulardan biri  olmuştu.

Yoldakalmış Veli Efendi, bir gün yine vapurdan inen bir yolcuya bu sözü sarf ettiğinde o kişi keskin bir bakışla Yoldakalmış Veli Efendi'ye bakarak “Sen benimle yolculuğa var mısın?” diye sormuş Veli Efendi de boynunu bükerek “Tabii ki… Tabii ki efendim” deyince “O zaman gir koluma” diye söylemiş, bu iki kişi Üsküdar'da Hüdai Dergahı'nın yokuşuna doğru yürümüş ve Dergaha giden ara sokaklarda ortadan kaybolmuşlardı. Yoldakalmış Veli Efendi'ye Üsküdar'da bir daha rastlayan da çıkmamıştı.

Onun ortadan kaybolmasından üç gün sonra bu kez Üsküdar Meydanı'nda Şehremaneti binasının yanındaki parkta 70 yaşlarında, beyaz cüppeli ve başı sarıklı bir başka kişi ortaya çıktı.

Bu yeni sima, Üsküdar'ın tanınan meczuplarından biri değildi. Uzun yoldan gelmişe benziyordu. Ama kılık kıyafeti temiz ve üstü başı düzgünceydi. Serçe yürüyüşlü, mülayim bakışlı, hafiften sakallı, avurtları içine göçmüş, konuşurken gözlerini mahcup bakışlarıyla muhataplarından kaçıran, Üsküdar'ın bu yeni meczubuna Üsküdarlılar  kısa bir süre sonra alışmışlar ve adını ‘Kâmil Amca' takmışlardı.

Kâmil Amca'nın sağ  elinden hiç bırakmadığı  eski bir sepeti vardı. Sımsıkı sarıldığı bu sepetin içerisinde yaprakları iyice sararmış bazı eski  kitaplar dikkatlice bakıldığında görülüyordu. Kâmil Amca “Bu  kitaplar bana Şeyhimin emaneti der” parkta oturduğu bankta gün  boyunca bu  kitapları dalgın bir şekilde okurdu.

Üsküdar Meydan'ına yakın camilerinden namaz sonrası çıkan ve onunla yarenlik etmeye gelenlere Bağdat ve Şam'dan sonra İstanbul'a geldiğini, İstanbul'da da şeyhinden aldığı ilhamla Üsküdar'da konakladığını söylerdi. Şeyhine genç bir kadı iken intisab ettiğini, ondan çok feyz aldığını, şeyhinin bir gün apansızın vefat ettiğini anlatırdı

Düzenli olarak Yeni Valide Camii'ne yada Mihrimah Sultan Camii'ne beş vakit  namaz  gider, yatsı  namazından sonra da  yine bankında bir süre oyalandıktan sonra ortadan kaybolurdu.

Kimseden asla  bir şey  istediğine  rastlayan yoktu. Üsküdarlılar ona ikram için bir şeyler getirdiklerinde çoğu zaman oruçlu olduğuna şahit olurlardı. Oruçlu olmadığı zaman getirilen ikramları  alır, “İstememek de ikramı reddetmemek de Allah'ın Resulunun sünnetidir” Derdi.

Zaman zaman yanına  gelip yarenlik etmek istiyenlere çay veya ıhlamur eşliğinde tasavvufi hikmetler anlatmayı severdi. “Şeyh Efendine çok yaklaşma yanarsın, uzaklaşma donarsın ha!” en meşhur nasihatlerindendi.

Kâmil Amca'nın anlattığına göre; Bir zamanlar evinden hırsızlar semaverini çalmışlar. Eve götürüp bir güzel demleyip kendilerine çay ziyafeti çekmek istemişler. Çayı içmişler ama karın ağrısından sabaha kadar uyuyamamışlar. Getirip semaveri evin camından geri atmışlardı.

Kâmil Amca, Üsküdar Meydanında Şehremaneti binasının yanında bulunan parktaki bu bankı adeta kendisine mesken edinmişti. Bankı o kadar çok benimsemişti ki konuşmaları sırasında sık sık “Benim şeyhimin makamı çok büyüktü. Bu  bank da benim makamım” derdi.

 

* * * * *

 

Üsküdar'a ve Üsküdarlılara son zamanlarda bir haller olmuştu. Adliyede bir katip kolalı gömleği ile insanların sevgilisi olmuştu. Herkes katipten bahsediyor, katibin şarkısını söylüyor, katibin peşinde dolanıyordu. İşte bu kişiler bir süre sonra Üsküdar Meydanı'ndaki Kâmil Amca'nın oluşturduğu sevgi halesini fark etmişler ve bu ruhani sevgi halesinden rahatsız olup bunu zabıtaya ve karakola şikayet etmeye başlamışlardı. Son zamanlarda katipin şarkısını söyleyenlerden biri olan Şehremini'ye de Kâmil Amca hakkındaki katipin şikayeti ulaşmıştı.

Katip ve arkadaşları;

“Üsküdar'a gider iken aldı da bir yağmur

Kâtibimin setresi uzun, eteği çamur.

Katip uykudan uyanmış gözleri mahmur,

Kâtibime setre ve pantol ne güzel yaraşır

Kâtibime kolalı da gömlek ne güzel yaraşır.

Kâtip benim ben kâtibin EL NE KARIŞIR, diye şarkılar söylüyorlardı.

Üsküdarda tasvvuf yoluna  girmiş eski bir kadı'nın hükmünün artık geçmediği, kolalı  gömlek ve pantol giyen katibin hükmünün geçerli  olduğu yeni bir devir başlamıştı.

İnzibat ve zabıtalar Kâmil Amca'nın mahzun halini görünce “Üsküdar'da meczuplara saygı esastır” diye önce dokunmamışlar, selamlaşmalar hal hatır sormadan sonra ayrılmışlardı. Kâmil Amca'nın olanlardan haberi yoktu. Şikayetler iyice artınca zabıtalar bu kez durumu Şehreminiye sormuuşlardı. Üsküdar'da Meydan'da bir bankı  mesken tumuş Kâmil Amca'ya acaba ne yapılmalı idi?

Bu işlere pek yabancı olmayan Şehremini “Durun ben onunla bir konuşayım” dedi. Bir cuma günü, cuma namazının ardından Hüdayi Asitanesindeki Şeyh Efendi ile Kâmil Amca'yı konuştu. “Yoldakalmış Veli Efendi'ye benzer bir meczup bizim parkı mesken tutmuş” dedi.  Şeyh Efendi tebessüm ederek “Meczuplar esrarlı insanlardır. Bizim geleneğimize ve bilgimize göre meczupları şımartmamak gerekir. Ancak meczuplar boş insanlar değillerdir. Söylediklerine de dikkat etmek lazımdır” dedi.

Şehremini bu bilgi ile Üsküdar Meydanı'ndaki parka geldi. Kâmil Amca'yı elindeki eski kitaba dalmış okurken buldu. Selamlaştılar.

Kâmil Amca şehreminiye olan saygısından dolayı Onu yanına oturmaya davet etti. Şehremini bir Kamil Amca'ya bir de onun yanında ayırdığı yere baktı. Kâmil Amca'nın bankına oturmak istemedi. Sonra tane tane konuşarak meramını anlatmaya koyuldu.

-Siz artık bu banktan kalksanız buraya başkaları da otursa diye düşünüyoruz dedi.

Kâmil Amca, bir eliyle banka  bir eliyle  sepetine sıkı sıkı sarılarak “Burası benim makamım. Makamımı bırakıp gidemem” dedi.

Şehremini, Kâmil Amca'nın bir yanlışını yakalamış olmanın  keyfi  ile  “İyi ama burada başkaları da oturmak istiyor. Onların da  hakları var. Sıra ile oturmak gerekmez mi?  dedi.

Kâmil Amca boynunu büktü. “Doğru söylüyorsun. İnsanların makamlarda sıra ile oturması gerekir. Ama kimse de buna riayet etmiyor. Bir  makama bir oturan bir daha kalkmıyor” dedi.

Şehremini kulaklarına kadar kızardı. Kâmil Amca, sanki yaklaşık 20 yıldır Şehremini makamında   oturan kendisinden bahsediyordu. Sonra hemen toparlandı.

-Sen bu bankı çok mu sevdin? Niçin başka banklara değil de  sürekli buna oturuyorsun? dedi

Kâmil Amca boynunu büktü. -Evet ben bu bankı tıpkı bir makam gibi çok seviyorum. İnsanlar da sonradan başkalarının olacak makamlara sanki hiç ölmeyecekmiş gibi, oradan hiç hiç kalkmayacakmış gibi kendi makamları gibi oturmuyorlar mı? dedi

Şehremini “Kâmil Amca çevreden gelip geçenler senden rahatsız oluyorlarmış. Buna ne diyorsun?” dedi.

Kâmil Amca omzunu silkti. “Evladım nice yöneticiler var. İnsanlar onlardan rahatsız oluyorlar ama onlar da bir türlü makamlarından kalkmayı bilmiyorlar” dedi.

Sonra birden sanki bir ses  duymuş gibi  başını Hüdai Dergahı tarafına çevirdi. Kulak kabartıp dinledi. Dinledikçe hali değişti yüzü ayın on dördü gibi  aydınlandı. Sanki kanatlanacakmış gibi kollarını huşu içerisinde yukarı  doğru kaldırdı.

Sonra birden sıkı sıkı yapıştığı bankı ve sepetini bıraktı. Vakar ve heybet içinde ağır çekimde ayağa kalktı.

“Bir bakışındır, taş  üstünde taş komaz senin” cinsinden bir bakışla Şehreminiyi tepeden tırnağa süzdükten sonra “Ben çok akıllı bir adam değilim. Bana meczup diyorlar. Bendeki aklı şuradan anlaki; herkesin oturmak için sıra kolladığı umuma ait bir yeri  ebediyyen kendime ait olacakmış gibi  sıkı sıkıya sahiplendim.”

Kâmil Amca banktaki sepetini eline alıp banktan bir adım uzaklaştı. Şehremeniye  ışıldayan gözlerle bakarken “Mademki Üsküdar halkı benim için  “Oturduğu yerden kalkmıyor” diyorlar. İşte ben kalkıyorum.” Dedi. Bir kaç adım attı, sonra bir şey hatırlamış gibi birden geri  döndü.

“Sen beni Yoldakalmış Veli Efendi'ye benzettin ama, yanıldın! Ben yolumu kolay  bulurum” deyip yolun karşı tarafına geçti. Yaşından beklenmeyen çevik adımlarla hızlıca Hüdai türbesinin yokuşuna giden sokaklardan birine doğru yürüdü.

Kısa bir şaşkınlık anından sonra Şehremininin aklına Şeyh Efendi'nin söylediği  sözler geldi. “Acaba Kâmil Amca'nın kalbini kırdık mı? diye üzüldü. Yanındaki zabıtalara “Şu meczubun gönlünü alalım. Koşun Onu bana getirin” dedi.

Zabıtalar hemen  koşturdular. Yolun karşı tarafına geçtiler ve Kâmil Amcanın girdiği sokağa daldılar.

Önce o sokağı sonra çevresindeki sokakları tek tek taradılar. Kâmil Amca'nın izine rastlayan olmadı. Aradılar taradılar, Kâmil Amca'yı bir daha bulamadılar.

Kâmil Amca, Hüdai türbesine çıkan yollardan birinde sırra kadem basmıştı.